Bu Günden Sonra Teşvikler Değil, Sigorta Prim Oranı Tartışılmalıdır!
Mustafa Bahadır ALTAŞ
Yeminli Mali Müşavir
mba444@mynet.com
Teşvikler teşvik olmaktan çıktı. Süreklilik kazanan (Müktesep/kazanılmış hak haline dönüşen) sigorta primi desteği uygulamasının artık son bulması ve mevcut sigorta prim oranlarının yeniden belirlenmesi bir zaruret halini almıştır.
Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının sosyal güvenlik hakları, 60 ve 61 maddelerde düzenlenmiş olup 60. maddesinde yer alan düzenleme de “Herkes, sosyal güvenlik hakkına sahiptir. Devlet, bu güvenliği sağlayacak gerekli tedbirleri alır ve teşkilatı kurar.” hükmü yer almaktadır. 61 maddesinde ise sosyal güvenlik bakımından özel olarak korunması gereken vazife şehitleri, malûl ve gazileri, dul ve yetimler, sakatlar ve yaşlılar ile korunmaya muhtaç çocukların korunmasına ilişkin düzenleme yer almaktadır.
Kuruluşu anayasal bir zorunluluk olan 5510 sayılı Genel Sağlık Sigortası 4/a kapsamında (SSK) sigortalı olanların prim oranları, sigortalı hissesi yüzde on dört, işveren hissesi yüzde yirmi buçuk olmak üzere toplam % 34,50 tur. 4/b kapsamında (Bağ-Kur) sigortalıların prim oranları ise toplam % 34,50 tur. Bu oran AB ülkelerine göre normal olsa da Türkiye gibi kişi başına milli geliri on bin doların altında kalan bir ülke için çok yüksektir.
Türkiye’de istihdam üzerindeki yüklerin oranı ve kayıt dışı istihdamın ekonomik boyutu yeniden düzenlenmelidir.
Devletin teşvikler yoluyla ekonomiye müdahalesi serbest piyasa mekanizmasının işleyişine terstir. Teşvikler ekonomide yaşanan daralma üzerine piyasalara canlılık kazandırmak için uygulanan bir sistem aracı olarak belirli bir süre için uygulanır. Süreklilik kazanması bütçe açıklarının artışına olumsuz etki edebilir. Bugün itibariyle Sosyal Güvenlik Kurumuna ödenen sigorta primleri için 12 farklı prim desteği/teşviki uygulanmaktadır. Uygulanmakta olan sigorta prim teşvikleriyle işverenlerin ödemeleri gereken sigorta primlerinin belirli oranda ve sürede devletçe karşılanması karşılığında üretim ve istihdamın arttırılması, bölgeler arasındaki gelişmişlik farklılıklarının azaltılması, kayıt dışı istihdamın kayıt altına alınması, genç ve kadınların iş gücüne katılımının yanı sıra engelli istihdamının arttırılması amaçlanmaktadır.
Ülkemizde seksen bir il düzeyinde uygulanan teşviklerin dışında bölgelerarası gelişmişlik düzeyinin azaltılmasına yönelik yapılan düzenlemede yerelde 50 ilde (24,3 milyon kişi yaşıyor) uygulanan teşvik sisteminin olması olayın gerçek durumunu ve teşviğin yerelde bir çözüm olmaktan çok mevcut durumun genel bir sorun olduğunu ortaya koymaktadır. Uygulanmakta olan teşviklerin işsizliği önleyecek yeni iş imkânları sağlamaktan çok kayıt dışı istihdamı kayıt altına almada fayda sağladığı, belirli bir süre sonrada bununda amacı dışında kullanıldığı bilinmektedir.
Anayasal güvence altına alınan sosyal güvence hakkının korunması ile hukuk güvenliği açısından kazanılmış hakkın korunması temel prensibi birlikte değerlendirildiğinde, 1996 yılında 4235 sayılı Olağanüstü Hal Bölgesi ve Kalkınmada Öncelikli Yörelerde İstihdam kanunla yürürlüğe giren daha sonra 5084 sayılı Yatırımların ve İstihdamın Teşviki ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanununla uygulama şekli ve kapsamı genişleyen, halen 6486 sayılı kanunla uygulaması devam eden yirmi yılı aşkın bir sürede değişik yasal düzenlemelerle kesintisiz uygulanan sigorta primleri işveren hissesi desteği ile 5510 sayılı kanunla yaklaşık on yıldır sağlanan yüzde beşlik sigorta primleri işveren hissesi desteği artık bir teşvik olmaktan çıkmış işveren açısından müktesep/kazanılmış hak haline dönüşen kaçınılmaz bir sonuç olmuştur.
Türkiye de yıllardır ekonomik ve sosyal bir sorun olan işsizlik artık teşviklerle çözülemez bir duruma gelmiştir. Bugün için gelinen nokta kalkınmayı ve sanayileşmeyi sağlamaktan öte mevcut yatırımcıların korunmasına yönelik önlemlerin alınmasını zorunlu kılmaktadır
Türkiye’de işsizliğin nedenleri ve işsizlikle mücadele politikaları yeniden belirlenmelidir.
Yeni ekonomik düzende yaratılacak istihdam, verimlilik ve kârlılığa bağlı olarak oluşmaktadır. Bu nedenle yeni ekonomi politikalarının oluşturulmasında yapısal bir işsizliğin ortaya çıkmaması için yatırım ve üretim politikaları belirlenirken bu husus göz ardı edilmemelidir. Yeni yatırımlarla birlikte faaliyetteki işletmeler üzerindeki mali yüklerde azaltılarak onlarında rekabet etme imkânı sağlanmalı, en elverişli istihdam hedeflerini gerçekleştirmesi desteklenmelidir.
Ülkeler, genç nüfusların ekonomide doğru kullanılarak önemli bir rol üstlenmesi halinde gelişme sağlayabilirler. Türkiye’de gençlerin toplam nüfus içindeki payı çok yüksektir. Özellikle 1987-2017 döneminde oluşan genç nüfusun eğitim durumu ve ekonomik büyümenin işsizliğe etkisinin iyi analiz edilmesi gerekmektedir. Çünkü, Teknolojik gelişmeler istihdamsız büyümeyi ön plana çıkartmaktadır. Sanayi 4.0 devriminin getirdiği dijitalleşme ve teknolojik gelişmeler bu değişikliği zorunlu kılmakta buna bağlı olarak yatırımcının profili değişmektedir.
Her ile bir üniversite artık tersine dönmüş, tartışılır hale gelmiştir.
Yükseköğretim okullaşma oranı ekonomik büyümenin ihtiyaç duyduğu insan kaynağını yetiştirmediği zaman sorunu çözmekten öte sorunu farklı bir zemine taşımaktadır. Üniversite mezunu olmak değil eğitimli olmakla birlikte nitelikli eleman olmak ön plana çıkmaktadır. Türkiye için son onbeş yıllık dönemde gerçekleşen çift haneli işsizlik oranı ve nitelikli eleman ihtiyacı ülke ekonomisi için önemli tehdittir. Düne kadar Türkiye için büyük avantajı olan nitelikli ve düşük maliyetli işgücü bugün kontrol edilemez niteliksiz iş gücüne dönmüştür.
Günümüzde ekonomideki yapısal değişmeler işgücü kategorilerini de farklılaştırmaktadır. Bunun sonucunda daralan sektörlerdeki işgücü arz fazlası ve genişleyen sektörlerdeki işgücü talebi birbiriyle örtüşmemektedir. (Türkiye de sağlanan istihdamın yüzde ellisinin hizmet sektörü tarafından oluşturulması buna en iyi bir örnektir.) Kalifiye olmayan işgücü ekonomide atıl bir duruma düşmekte bu durum yapısal değişimden kaynaklı bir işsizlik oluşmasına neden olmaktadır. Büyüyen ve gelişen ekonomilerde yaşanacak olan bu değişime işletmelerin ve işgücünün uyum yeteneği artırılmalıdır.
TÜİK verilerine göre üç buçuk milyon işsizin var olduğu, her yıl en az beş yüz bin yeni iş arayanın bu sayıya eklendiği ülkemizde, her beş kişiden birinin işsiz olduğunu, eğitimde olmayan 18 yaşından büyük gençlerin ise her üçünden birini işsiz olduğu, bu şartlar altında işsizliği yenmek için her yıl en az bir milyon yeni iş imkânının sağlanması gerektiği bilinen bir gerçektir. Kayıt dışı istihdam oranı yüzde otuz beş civarında olduğu dikkate alındığında işsizliğin azaltılması ve kayıt dışı istihdamın azaltacak değişkenleri ayrı ayrı değil, birlikte değerlendirilmesi gerekiyor. İşsizliğin ve kayıt dışı istihdamın çok yüksek olduğu bu dönemde on üç milyon kişi açklık sınırının altında gelirle yaşıyor olması da ayrıca sorgulanması ve çözüme kavuşturulması gereken bir sorundur.
Yüksek Oranlı Primler Teşvikler Cezaya Dönüşmemeli
Üretim ve ticari işletmeler rekabet edebilme imkânlarını artırmak için maliyet hesaplamalarında sigorta primi işveren hissesi gibi istihdam teşviklerini dikkate almaktadırlar. 5510 sayılı kanun gereğince belirlenen ve beyan edilen kazançlar üzerinden hesaplanan ve ödenmesi gereken yüksek oranlı primlerin teşvik kapsamında değerlendirilmesi için geçmiş dönem prim borcunun olmaması şartı nakit sıkıntı içinde bulunan işletmeleri olumsuz etkilemekte olup teşviklerin prim borcu ilişkisi ilerde telafisi mümkün olmayan (kârlılıklarını zarara dönüştürebilir) sonuçlar doğurabilir. Çünkü teşviğin uygulandığı ilk dönemden günümüze kadar aradan geçen zamanda ekonomide beklenen olumlu gelişmenin yaşanmaması, son on yıllık dönemde piyasada yaşanan nakit sıkıntısı, yüksek oranlı sigorta primlerinin ödenmesinde işverenleri özellikle de küçük esnafı bugünde zor durumda bırakmaktadır
Sonuç; Yirmi yıldır uygulanan sigorta primi teşviklerine rağmen kayıt dışı istihdam halen %35 oranında devam ediyorsa, İşsizlik oranı çift hanelerde seyir ediyorsa temel sorun istihdam üzerindeki vergi ve sigorta prim oranlarının yüksekliğidir. Bu nedenle uygulanmakta olan sigorta prim oranı, işsizlik sigortası ile uygulamaya girecek olan kıdem tazminatı ile iş güvencesi hükümleri dikkate alınarak en kısa zamanda yeniden düzenlenmelidir. Kapasite kullanım oranın artırılması/Atıl kapasitelerin kullanılması için mevcut işletmelerin ücret dışındaki işgücü maliyetlerinin azaltılması yoluyla desteklenmesi yanı sıra tarım istihdamı özendirilmelidir. İstihdam teşviklerinin bütçe açıklarıyla ilişkilendirilmesi yerine genel prim oranlarının aşağıya çekilerek tarım dahil tüm çalışan kesimin kayıt altına alınarak kaynak yaratılması tercih edilmelidir.
Sigorta primine esas olacak taban ücretin belirleneceği 2018 yılı asgari ücret çalışmalarının yapıldığı bu günlerde yaklaşık 16 milyon sigortalı (4-a) 3 milyon Bağ-Kur (4-b) 3 milyon (4-c) sigortalısını doğrudan etkileyecek tutarın açıklanmasıyla birlikte uygulanmakta olan %34,5 prim oranında yeniden belirlenmesinde büyük fayda vardır.
İnsanları toprağından koparmadan, yaşadığımız coğrafyayı kader olmaktan çıkarmalıyız.
Uygulanmakta olan güncel sigorta prim oranları
4/a (SSK) KAPSAMINDA SİGORTALILARIN PRİM ORANLARI | |||
Sigorta Kolları | Sigortalı Payı (%) | İşveren Payı (%) | Toplam (%) |
Kısa Vadeli Sigorta Kolları Primi | – | 2,00 | 2,00 |
Malullük, Yaşlılık ve Ölüm Sigorta Primi | 9,00 | 11,00 | 20,00 |
Malullük, Yaşlılık ve Ölüm Sigortaları Primi
(Fiili Hizmet Süresi Zammı Uygulanan İşyerleri İçin) |
9,00 | 12 – 14 | 21 – 23 |
Genel Sağlık Sigortası Primi | 5,00 | 7,50 | 12,50 |
Toplam | 14,00 | 20,50 | 34,50 |
İşsizlik Sigortası primi | 1,00 | 2,00 | 3,00 |
Genel Toplam | 15,00 | 22,50 | 37,50 |
SGDP (Emekli olup Çalışanlar için) | 7,5 | 24,5 | 32,00 |
4/b (Bağ-Kur) KAPSAMINDA SİGORTALILARIN PRİM ORANLARI | |||
Sigorta Kolları | Toplam (Sigortalı) (%) | ||
Kısa Vadeli Sigorta Kolları Primi | 2,00 | ||
Malullük, Yaşlılık ve Ölüm Sigortaları Primi | 20,00 | ||
Genel Sağlık Sigortası Primi | 12,50 | ||
Toplam | 34,50 |